Orkidemce ,Seslisohpet,sesli muhabbet,sesli chat
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Orkidemce ,Seslisohpet,sesli muhabbet,sesli chat

Orkidemce,Seslichat,Seslisohpet,sesli muhabbet Sesli Chat
 
GaleriAnasayfaKapıAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 namaz ve alevilik

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 191
Kayıt tarihi : 02/11/08
Yaş : 54
Nerden : FRANSA

namaz ve alevilik Empty
MesajKonu: namaz ve alevilik   namaz ve alevilik I_icon_minitimeSalı Ara. 30, 2008 3:25 pm

Şöyle ki;



Namaz illa belli şekillerle kılınacak diye bir kural yoktur. Çünkü binit üzerinde söz konusu o şekilleri uygulamak olanaksızdır. O halde anlaşılıyor ki namazın şekil olarak değişmez kuralları yoktur. Zorunlu durumlarda geleneğin ortaya koyduğu şekiller değişebilmektedir.Bu zorunlu durumları günlük yaşamda karşılaşılan durumlarla sınırlandırmak hem doğru değildir hem de Allah’ın rahmet esaslı kolaylaştırıcılık özelliğini onun iradesinin hilafına kısıtlamaktır. Bu zorunlu durumlar kültürler arası farklılıklar boyutunda anlaşılmalıdır. Her kültürün kendine özgü bir tapınma şekli vardır. Egemen Sünni ve Şii çevreler sadece Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimini tüm Müslüman halklara dayatıcı bir tavır içerisinde olmuşlardır. Bu tavır yüzyıllardır Arap olmayan Müslüman halkların bir inanç ve akıl tutulmasına uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu inanç ve akıl tutulmasını nispeten kıran tek halk, yine Alevi Türkmenlerdir. Başta Türkmenler olmak üzere Türk kavimleri, dayatılan tapınma şekillerini reddedip kendi kültürleri çerçevesinde yüce Tanrı’ya ibadet etme yolunu yaşama geçirmeyi büyük bedeller ödeme pahasına da olsa başarmışlardır.



Kur’an’ın indiği ve onun ilk muhatabı olan Arap toplumunun kültürel ve geleneksel özelliklerinin pek çok dinsel konuda izler taşıdığı biliniyorken başka toplumlara bu özelliklerin sanki dinin aslındanmış gibi dayatılması Allah adına zulmetmekten başka nedir ki?



Bu zulme seyirci kalmak ve yüce İslam dininin Arap gelenekleri içerisinde boğulmasına göz yummak samimi birer Müslüman olarak tahammül edebileceğimiz bir durum değildir. Aynı şekilde İslam örtüsü altında Arap kültürünün halkımıza ve diğer Müslüman halklara empoze edilmesi karşısında sessiz kalmak sahip olduğumuz insani vasıflarımızın şekillendirdiği kişiliğimizin asla kabul etmeyeceği bir husustur.



Namazla ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer konu da savaş sırasında namazın nasıl kılınacağı ile ilgili husustur. Bu konuda Nisa Suresi 101. ve 102. ayetlerde açıklama yapılmıştır:

“Yeryüzünde sefere çıktığınızda, hakikati inkara şartlanmış olanların âniden üzerinize saldırmasından korkarsanız namazı/duayı kısaltmanızda sakınca yoktur. Kuşkusuz ki, gerçeği inkar edenler sizin apaçık düşmanlarınızdır. O halde sen inananlar arasında iken onlara namazda/toplu dua etkinliğinde önderlik yapacaksan, bir bölümünün, silahlarını kuşanmış olarak seninle namaza durmalarına izin ver. Onlar, namazlarını bitirdikten sonra, namazlarını eda etmemiş olan diğer grubun her türlü tehlikeye karşı hazır vaziyette ve silahlarını kuşanmış olarak gelip seninle namaza durmaları sırasında size koruyuculuk yapsınlar; hakikati inkara şartlanmış olanlar sizin silahlarınızı ve teçhizatınızı unutup bırakmanızı isterler ki âni bir baskınla üzerinize saldırabilsinler. Fakat yağmurdan dolayı sıkıntıya düşerseniz yahut hasta iseniz silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yoktur; ama tehlikeye karşı hazırlıklı olun. Allah, hakikati inkar edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”

(Nisa Suresi 101. 102.)

Görüleceği üzere bu ayette de zorunlu durumlarda namazın şekli ve süresi konusunda değişiklikler yapılabileceği Tanrısal bir hüküm olarak belirtilmektedir. Bu zorunlu durumlardan yukarıda da belirttiğimiz gibi kültürler arası farklılıklar da anlaşılmalıdır. Özellikle göçebe Türkmenlerin sosyal yaşamları dikkate alındığında ne denli zorunlu ve zorlu durumların yaşanabileceği takdir edilecektir. Sürekli göç eden Türkmenlerin yerleşik Araplar gibi bir ibadet yaşamlarının olması mümkün değildir. Göçebe bir halka yerleşik bir halkın ibadet biçimini zorunlu kılmak hiç kuşku yok ki bir zulümdür. Alevilerin neredeyse tamamına yakınının göçebe Türkmen oymaklarından meydana geldiği düşünüldüğünde, geçmişte belli zaman dilimlerinde yapılan Cem ibadetlerinin ne denli isabetli bir uygulama olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Göçebe Türkmenlerin tarihsel süreç içerisinde yerleşik yaşama geçmeleri ve özellikle kentleşmeyle birlikte kent yaşamının gerekleri çerçevesinde Cem ibadetini zamansal olarak sabitleştirdikleri bilinmektedir. Buna göre Cem ibadetleri Perşembeyi Cumaya bağlayan gece yapılmak suretiyle zamansal olarak da sabitleştirilmiştir.



Ayrıca Sünni bilginlerin tüm ısrarlarına rağmen Şiiler günlük namazların üç vakit halinde kılınabileceğini ileri sürerek aslında bu hususta Kur’an’ın zannedildiği gibi net hükümler içermediğini fiilen ilan etmiş olmakta değil midirler ?



Sünni din bilginlerinin günlük namazlar konusunda sergiledikleri bir diğer gülünç durum ise namazın miraçta aslında elli vakit olarak emredildiği fakat daha sonra Hazreti Musa’nın isteği ve Hazreti Muhammed’in ricasıyla kademe kademe beş vakte indirildiği yönündeki rivayettir. Bu rivayetin kaynağı Sünnilerin en sağlam hadis kitapları olarak kabul ettikleri derlemelerdir.

“Hazreti Peygamber'e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır."

(Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5)

Aynı içerikte başka hadisler yine Sünnilerce muteber kabul edilen başka kaynaklarda da yer almaktadır. Söze konu bu hadislerde peygamber ile Allah’ın neredeyse günlük namazların sayısı konusunda pazarlık yaptıkları gibi bir manzara sergilenmekte ve bu pazarlıkta Hazreti Musa da Hazreti Muhammed’in avukatı rolüne soyunmaktadır. Aslında bu durum dinin hurafe ve efsanelerle ne denli özünden saptırıldığının acıklı/trajik örneklerinden biridir.

Yeniden Kur’an’a dönecek olursak Kur’an’daki hükümleri zahiri/dışsal anlamlarıyla anlamakta ısrar edip zamanın ve farklı toplumsal özelliklerin doğurduğu yeni koşulları görmezden gelen Sünni ve Şii din bilginlerine bir soru yöneltmek istiyoruz.

Kur’an’da Hacca davetin yer aldığı ayetteki anlamları aynen uygulamak konusunda neden zahiri manaya bağlı kalmaktan vazgeçiyorsunuz?

Kur’an’da hacca davet ile ilgili ayette şöyle denilmektedir:

“İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerek uzak yoldan gelen yorgunluktan incelmiş develer üzerinde sana gelsinler.”

(Hac suresi, 27)

Bu ayetin zahiri/dışsal anlamı dikkate alındığında haccın mutlaka ya yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer/binitler üzerinde yapılması gerekmiyor mu?



O halde neden bunu uygulamıyorsunuz da hacca otobüslerle, uçaklarla yada gemilerle gidiyorsunuz?



Hani Kur’an’ın tüm hükümleri uygulanmalıydı?



Hacca yaya olarak ya da yorgunluktan incelmiş develer üzerinde neden gitmiyorsunuz?



Hem kendiniz böylesi hükümleri uygulamıyorsunuz hem de Alevileri sizin anladığınız anlamda, sizin istediğiniz vakitlerde ve sizin istediğiniz şekillere dökülmüş olarak namaz kılmadıkları için taciz ediyorsunuz.



Ne hakla?



Üstelik bu ayette dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da “sana gelsinler“ ifadesidir. Burada “sana“ ifadesiyle kim kastedilmektedir? Hiç Kuşku yok ki burada kastedilen Hazreti Muhammed’tir. Ancak kimi kaynaklarda bir önceki ayet de dikkate alınarak burada kastedilenin Hazreti İbrahim olduğu da belirtilmektedir.



Hac ibadeti bizzat peygamberin şahsını ziyaret midir, yoksa Kabe’yi ziyaret midir?



Peygamberin şahsını ziyaret ise eğer neden o vefat ettikten sonra da hac ibadeti sürmüştür?



Yok kastedilen peygamberin şahsı değil de Kabe’nin ziyaret edilmesi ise o halde neden “sana“ ifadesi yer almaktadır?



Burada anlatmaya çalıştığımız husus, Kur’an’ın zahiri manasıyla anlaşılması gerektiği konusunda yapılan/yapılacak olan bir ısrarın ne denli tuhaf sonuçlar doğuracağıdır.

Özellikle namaz konusundaki ayetler dikkate alındığında görülecektir ki, din bilginleri şifre çözer gibi hatta iğneyle kuyu kazar gibi namaz vakitlerini saptamak için çırpınıp durmuşlardır.



İddia ettikleri gibi ve onların anladıklarını ileri sürdükleri haliyle namaz günlük yaşamda bu denli önemli bir tapınma biçimi ise Yüce Allah neden böylesi önemli bir konuyu açıkça ortaya koymamıştır?



Neden Allah bu denli yoruma ve kafa yormaya gereksinim duyulan ifadeler kullanmaktadır?



Oysa Kur’an’ın pek çok ayetinde Allah, Kur’an’ın apaçık ve net bir kitap olduğunu söylemektedir.



Bizce bunun yanıtı bellidir. Tanrı, ibadet/tapınma biçimini ve vaktini inananların mensup oldukları kültürlere göre belirleyebilme imkanını sağlamak için böylesi bir yolu irade etmiştir. Fakat zahiriler bu gerçeği anlamak istemedikleri için çırpınıp durmaktadırlar.



Günümüzde kimi Sünni bilginler de namaz konusundaki şekil şartlarının aslında dinin asli buyruklarından olmadığı ve tümüyle geleneğin yansıması olduğu konusunda fikirler beyan edebilme noktasına gelmişlerdir. Kuşku yok ki bu sevindirici bir durumdur. Bu hususta ülkemizin yetiştirdiği ünlü din bilginlerinden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün öne çıkmakta olduğu malumdur.



Aleviler tarih boyu namaz konusunda kendilerine yönelik tacizlere kimi nefes ve deyişlerde felsefi içeriği derin ve bilgece yanıtlar vermişlerdir. Şimdi bu yanıtlardan bazılarını örnek olarak sunalım:

Bana namaz kılmaz diyen

Ben kıluram namazımı

Kılur isem, kılmaz isem

Ol Hak bilür niyazımı

….



Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil

Yetmişiki millet dahi

Elin yüzün yumaz değil



Savm, Salat, Hac, Zekat;

Hicaptır aşıklara !

Aşık, bundan münezzeh,

Naz u niyaz içinde…



Oruç, namaz, zekat, hac

Cürm ü cinayetdür

Fakir bundan azaddur,

Has u havas içinde...



Abdestimiz, namazımız,

Doğruluktur taatımız,

Aşka bağladık safımız,

Safımızdan kim ayıra...

Yunus Emre





Camilerde olan imam

Çoğu bilmez bunu tamam

Dört bin altı yüz seksen selam

Daha namaz sorar mısın



Kaygusuz Abdal

Sofular secde ederler mescidin mihrabına

Yar eşiği secdegahım, yüz sürerim kime ne

Kah çıkarım gökyüzüne hükmederim Kaf be Kaf

Kah inerim yeryüzüne yar severim kime ne



Seyyid Nesimi







Namazımız dara durmak

Orucumuz sabretmek

Biz bir oruç tutarız ki

Ramazan’a benzemez.



Seyyid Nesimi

Ve sanıyorum en susturucu yanıtı da büyük ozanımız Pir Sultan Abdal vermiştir:



Alınmış abdestim aldırırlarsa

Kılınmış namazım kıldırırlarsa

Sizde Hak diyeni öldürürlerse

Ben de bu yayladan Şah’a giderim…



Pir Sultan Abdal

Sonuç:



Aleviler üzerinde yüzyıllardır süren baskının yansımalarından biri olarak nitelenebilecek beş yada üç vakit namaz dayatmasına karşı Alevi inanç ve kültürünün tarihsel birikiminden yararlanarak kaleme aldığımız bu çalışmamızı, ulaşılan sonuçları maddeler halinde sıralayarak noktalayalım:



1. İslam dine göre namaz bir dua etkinliğidir. Bu etkinlik bireysel olarak yapılabileceği gibi toplu olarak da yapılabilmektedir.



2. İslam dinine göre namazın belli bir şekli yoktur. Her toplum kendi kültürü/gelenekleri çerçevesinde bir takım şekiller ihdas edebilir.



3. İslam dinine göre günlük olarak beş yada üç vakit namaz söz konusu değildir. Namazın gerek şekli gerekse de ihdas edilmiş vakitleri tümüyle zorlama yorumlara ve Orta Doğu ve Arap halklarının geleneklerine dayanmaktadır.



4. Alevi–Bektaşilerin namaz konusunda geliştirdikleri içtihad, mensup oldukları kültürlerinin doğal sonucudur. Bu bağlamda cem ayini, İslam’ın namaz emrinin Alevi ve Bektaşilerce uygulanma biçimidir.



5. Alevi–Bektaşilerin namazı cem ibadetidir. Başka türlü bir namaz Alevi inanç ve kültüründe olmadığı gibi Alevi geleneğine de aykırıdır.



6. Cem ayini, içerisinde barındırdığı kıyam yani dara durma, tecella ve temanna yani rukü ve ayrıca defalarca icra edilen secdesiyle İslam’ın namaz buyruğunu karşılayan en güzel ritüeldir.



7. Cem ayini yerine başka türde bir namazı benimsemek yada bunu savunmak Aleviliğin eritilme çabasından başka bir şey değildir.



8. Kur’an’da vakti hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek namaz Cuma namazıdır. Alevi–Bektaşilerin Cem ayinlerinin yapılış vakti yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Cuma namazı vaktidir. Cuma namazının vakti Cuma günü süresinin tümüdür. Bu sürenin her hangi bir bölümünde namaz ifa edilebilir.



9. Cuma namazı Kur’an’da kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara emredilmiştir. Bu bağlamda Alevi–Bektaşilerin kadın erkek birlikte cem yapmaları Kur’ansal buyrukla örtüşen gerçek bir ibadet hüviyetindedir.



10. Namaz konusunda yüzyıllardır süren Sünni ve Şii uygulamalarının bir inanç ve akıl tutulması olduğu açıktır. Sünni ve Şiilerin bu konudaki yorumlarına Alevilerin gösterdiği saygı eşit düzeyde bir karşılığı hak etmektedir. Bu bağlamda Alevilerin namaz ile ilgili olarak geliştirdikleri yorum ve uygulamaya Sünni ve Şii din bilgileri de aynı şekilde saygı göstermek zorundadırlar.



11. Kur’an’da, Allah’ın yatarken, ayaktayken ve otururken de anılmak suretiyle ibadet edilebileceği net bir biçimde belirtildiğinden namazı belli bir şekle hapsetmeye çalışmak isabetli bir tutum değildir.



12. Alevi–Bektaşi inancına göre cem ayininin teolojik kökeni kırklar meclisidir.



Son söz olarak yineleyelim ki, Alevilerin namazı cem ayinidir. Başka namaz bilmeyiz. Bir de hakka yürüyen canın ardından kılınan ve bir helalleşme niteliğinde olan Cenaze Namazımız vardır ki bu namaz, gerek semantik gerekse işlev bakımından bu yazımızın kapsamı dışındadır.



Mustafa Cemil Kılıç
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://orkidemce.forumperso.com
 
namaz ve alevilik
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Alevi inanç gerçekliği ve namaz akil tutulmasi ve namaz
» aleviler/Alevilik
» alevilik insanliktir
» Alevi inanç gerçekliği ve namaz
» alevi hz ali 12 imamlar hacı bektaş cem alevilik ehlibeyt

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Orkidemce ,Seslisohpet,sesli muhabbet,sesli chat :: ORKIDEMCE :: BILGILER :: KULTUR-
Buraya geçin: